
Hepimiz, doğduğumuz andan itibaren duygularla şekillenen varlıklarız. Fakat bu duygular, beynimize önceden kodlanmış değildir. İnsan beyni, yaşamın ilk dönemlerinde, doğuştan sahip olduğumuz temel duyguları hissederken, zamanla çevremizden öğrendiğimiz yeni duygusal yanıtlarla şekillenir. Bir bebeğin ağlaması, sadece acı veya açlıkla ilişkilendirilen bir tepki olabilirken, büyüdükçe aynı ağlama, karmaşık sosyal ya da duygusal durumları ifade etmeye dönüşür.
Bilimsel araştırmalar, insanların doğuştan sekiz ana duyguyu (öfke, üzüntü, korku, neşe, ilgi, şaşkınlık, tiksinme ve utanç) deneyimlediklerini ve bunların çok çeşitli biçimlerde kendini gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Ancak, bu temel duyguların her biri zamanla daha karmaşık, daha sosyal ve kültürel bağlamlarda şekillenen ikincil duygulara dönüşebilir. Çocuklar, yaşadıkları deneyimlerle duygularını daha derinlemesine keşfeder ve zamanla her bir duyguyu, hem kendilerine hem de çevrelerine nasıl ifade edeceklerini öğrenirler.
Duygusal red (emotional invalidation), çocukların duygusal becerilerini geliştirmelerini engeller ve onları duygusal anlamda yetersiz hissettirebilir. Bunun yerine, duygularının geçerli olduğunu kabul etmek ve onları anlamak, çocukların duygusal sağlıklı gelişimini destekler.
Bebekler, ilk aylarda temel duygusal tepkilerle başlarlar; ağlama, acıdan, açlıktan veya huzursuzluktan duydukları rahatsızlıkla ilgilidir. Ancak zamanla, çocuklar daha gelişmiş bir kendilik farkındalığı kazanır ve korku gibi duyguları daha karmaşık biçimlerde deneyimlemeye başlarlar.
Araştırmalar, özellikle yeni yürümeye başlayan çocukların korku duygusunu deneyimlemelerinin en zor dönemlerden biri olduğunu göstermektedir. Bu yaşlarda ebeveynlerin, çocuklara duyguları hakkında konuşma fırsatı vermesi ve duyguları adlandırmalarına yardımcı olması çok önemli bir adımdır.
Duygusal zekayı geliştirmenin yolları arasında, doğru zamanda doğru tepkiyi vermek yer alır. Örneğin, bir çocuk öfkelendiğinde, onu sakinleştirecek bir yaklaşım yerine, öfkesini anlamak ve uygun bir dilde ifade etmesine olanak tanımak, ona duygusal anlamda büyüme fırsatı sunar.
Aynı zamanda, çocuklar gözlem yoluyla duygularını öğrenirler. Onlar bizim duygusal tepkilerimizi gözlemlerken, doğru davranışları öğrenir ve kendilerine uygun duygusal stratejiler geliştirebilirler.