Masallar, sadece olağanüstü karakterler ve mucizevi olaylarla sınırlı değil. Beyinde, bu öyküleri dinlerken farklı işlevler devreye giriyor. Örneğin, şaşırtıcı durumlar ve doğaüstü olaylar, amigdala adlı bölgenin aktivitesini artırıyor. Sol amigdala ise, masallardaki duygusal süreçleri işlemede önemli bir rol oynuyor.
Anlatının mantıksal akışını sağlamak için ise beynin alt frontal gyrus bölgesi devreye giriyor. Bu süreç sırasında artan konsantrasyon ise dikkat merkezlerini uyarıyor.
Masalların büyüsü, beyinde gerçekle düş arasında bir köprü kurarak çalışıyor. Örneğin, bir anda Alaaddin'in sihirli lambasından bir cin çıkabilir ya da Pinokyo'nun tahtadan burnu uzayabilir. Anlatıcı "ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken" dediğinde ise beyin, bu sahneyi canlandırmak için çalışıyor.
Peki ama neden bu kadar rahat ve keyifliyiz masal dinlerken? İşte burası önemli: Masallar genellikle 'bir varmış, bir yokmuşla' başlar. Yani, hiçbir zaman doğrudan tehdit altında hissetmiyoruz. Bu da beyin için bir güven işareti oluşturuyor ve böylece yaratıcılık daha özgürce ortaya çıkabiliyor.
Beynimiz yaratmayı seviyor ve masallar da bu yaratıcılığı destekliyor. Masalın olay örgüsü ve karakterlerindeki çeşitlilik, her dinleyende farklı hayal dünyaları yaratıyor. Stres altında olmadığımızda ise bu hayal gücü daha da genişliyor.
Sonuç olarak, masalların bize verdiği bu yaratıcı güç, aslında hepimizin içinde var olan bir yetenek. Eski masal anlatıcılarının ve modern yazarların hayal gücü, bizim de içimizdeki bu kapasiteyi besliyor.